Dengeye Gelmek İsteyen Şey ile Hizmeti Parçalardan Ayıran Kısa Film

kimimsesizliğimden çıkmış, yolları aşmış, araları doldurmuş ve hiç olmadıkları bir şeyleri, şeylere böldürürken... nedense; 'hiçbir' tek kelimeyle ifade edilirken, her şey için iki kelime kullanmamız kadar, saçmaca bir pürüz olarak kalmış vukularımızda!? vukudan bulan, bulduran kendini, bulabilirmişcesineymiş gibi… düşün düşün düşündüren. aman aman kime neyse, şey bize ne, falan… mk’lardan geliyor dijey jey-cey helllö diyor, ortalarımıza yükselen degajelerimize konup, konup, kondurup….

anladığını biliyorum değerli ekran okuyucu varlık. bir taneden bir kaç tane gibisin ama nedensin hiç bilemediğim türden de bişeysin… 'gel bi gel' diye bildiklerim. neden hep gittiniz diyemediklerim…. üzmek için mi yaşıyorduk. Düşündürücülüklere mi bu düşkünlükler de hep bi’ taç çakra çiçeği daha daha ve daha ve neden daha dahaları daha obsesyonel tekrarlarla ele alacağımızı da anlamış bulunduğumuz bu gibi anlarda.

hayvanın olarak hayatında ne işe yaradığımı hep çok merak ediyordum. en iyi heyyam ben olmak istiyorum. öyle bir ilkellik ile bezeli mutlu bir modern aile ve tabloları içinde saadet bulmuş şapkasız a’ların, şapka takmayı bıraktıkları ve gerçek bir ses gibi, sıkı bir harfi hak ettiklerini derinden bildiren öğesel öğretileri…

bilinen ile bilinmeyeni tümdeşlikten ayıran, bazı yerleri bazı şeylere bölüp duran, dölün döldürdüğü dölmüşlükten bi’ çare doğmuş bulunan, zanneden kendini. belki diye bağıra bağıra haykıran çocukların, horozlukları ile bozuklukları arasında, doğduran dolmuşluklar ve yarı doluşmuşluklar…

gel bi’ gel diyene, böyle iyi dedirtengillerden bir yarı-geçirgen, aynı ben… kendimden bi’ taneyle daha nasıl yaşarım derken ki kendiliklerimizin kendi aramızda konuştuklarımızdan, koştukları yolu, koşturdukları hadiselerinden getirdiği gibi götüren… amaçsızlıklarla değişen bir gün, bir güle; bir gülsene, gülüşünde ısınayım demiş de gül yüzsüzlüğe vurup göz vermemiş güneşe… 'olsun' diyebilen güneşti ebedi olandı. güle, güneş olmasından hiç vazgeçmezdi çünkü o, o’ydu bu da… bunu neden bu kadar çok noktayla anlattığımıza gönderme yapmak gibi olmazsalığımıza değerken; değerlendirilmiş hissetmemizi isteyen endüstriyel ürünler olarak bizlerin, endüstriden beklentimizin bizi daha çok üzmemesi yönündeydik.

bunu ona nasıl anlatabileceğimizi anlayabileceğimiz hususlarda, itaat etmek istediğimiz yeri ve konumu seçme özgürlüğümüze sahip olduğumuza, çocuk yaşta inandırılan bizlerden en çok beklenen: olmak ne demekti? bir şey nasıl olabilirdi? 3.000 yıllık dramatize kurgulara itimat ederken sırıttık…

kadırgalı aysellerin, 7 koca öldüren hürmüz’lerin, "sağ ol lan", bana böyle baktığın için diyebildiğimiz, geçirgenler seçirgenler... "ne o işler" diye bağıran bir takım hallere gizemli kaldığımız, gizli kapaklılıklarımız. kapalı cümleleri akışa dönüşük hikayelerde saklarmıştık....

bakın, bu haddimiz değil. bu gerçeğimiz diye bağırıyorduk ama işte gerçek üretilebilen de bi'şey olduğundan; hangi gerçek kimin gerçeği falan diye bilemediğimiz günlerden birindeyiz. tümünüzden 3.000 lira alabilirim dediğimiz taktiksel savaşlar, bırakın yerinizi, yeni gerçeklik geldi. tümleşik dünya temsilciliği ilk şubesini ne zaman kesinleştirecekti… uzun uzun noktalar anlam anlam ararlar.,. bulamazsa çok mu kızarlar da yoksa işte ne bileydik be kankittom diyip, şunla bu, havayla civa…

civarımızı kaplayan kahramanları, yolculuklarında giydirmeyi beklerken, tuvalet etiğimini yeni tamamlamış bir birey gibi düşünedurdururlarmış bizi kimsesizliklerimizde.

gittiği gider kendini bilen bildirir güzel kızlığını. güzel kız bu dedirtengillerden yok bee daha nelerden bir hadise. duyumsadığımız *herşey’e haykıra haykıra ne elde edebilirdik ki zaarlarımız saar olmasın allahım da duyalım kendimizi bir bir bütün bütün…

geldik mi geçtiğimiz bir saçma’lamaların sonuçlarında haykıran imgelere… simgesel analiz kurbanları ile bütünleşik bileşkeler… neler dinlersini bilmek isterdim çünkü anlıkta dinlediklerin güzel tabi ama bazı zamanların olur derinleştirmek istersin, konuyu da açarsın en derinlisinden, acılı müzikli. neden diye sorsalar, "abi henüz bahanem yok ama; bi kız var ayrılcak gibi benden, onun acısına şimdiden atıyorum jilet jilet de kanatıyorum kendimi" derken. hipnotize olmuşluğumun, aynı kelimeleri tekrar eden cümlelerle yeniden ve yeniden kurarken, adıma diyorum ki belli belirsizim ben anlamı olmayan. ne var ne yok olmakta olan? kimim olm ben uzaklarına baka baka aradığın? zanneder misin ki seni ortada piç gibi bıraktım? inanır mısın yalnız olduğuna aleminde de olduğundan kalasındı. ha kankim?

nası kaççaz? var mı kaçmalık bişeyler.. kısa film bizden size, böyleliklerden gebe… siz de biz, biz de onlar derken... o’hoo, bir sabah yine erken.

Black Smith kısa film ile duruşumuza geldi, kaçırmadık istedik de izledik.